30 Temmuz 2015 Perşembe

SEMADİREK, ΣΑΜΟΘΡΑΚΗΣ SAMOTHRAKİ YA DA SAMOTHRACE

 
Günübirlik ulaşımın çok kolay olması nedeniyle özellikle birkaç gün süren tatil ya da hafta sonlarında İstanbul dan  Kuzeydoğu Yunanistan’a ve Kuzey Ege de ki Yunan adalarına önemli  ölçüde Türk turist  gitmekte. Son birkaç yıldır bu kolaylığın farkına vardık ve uygun olan kısa tatillerde bu bölgeyi tanıma ve gezme koşulları oluşturmaya başladık.  Araçla çıkıldığında bu gezi için yapılması gerekenler vize, uluslararası ehliyet ve yeşil sigorta.  Yeşil sigorta İpsala gümrüğündeki Turing bürosunda en az 15 günlük 65  Euro karşılığında ve Uluslararası ehliyet en az 1 yıllık olarak yaptırılabilmektedir.   Yeşil pasaporta vize gerekmemekte.   Ama burada bilinmesi gereken durum şu: Bayram gibi yoğunluk olan günlerde Turing bürosunda işlemler uzayabiliyor. İki işlem aynı anda yapılacaksa 8-10 dk sürebiliyor. 10 kişinin olduğu bir kuyruktaysanız en az 1 saat sıra beklemeyi göze almalısınız. Vakit kazanmak için gerekli evraklar yola çıkmadan İstanbul da da hazırlanabilir. Haziranın (2015) son hafta sonunu İstanbul'a en yakın yunan adalarından biri olan Semadirek te geçirmek istedik. Klasik olduğu üzere sabah 06:00 da hareket edip Tekirdağ da ki yaklaşık 1 saatlik buluşma molasından sonra saat 10:00 gibi İpsala da idik. Yeşil sigortayı orada yaptırdık. Geçiş problemsiz ve çok hızlı oldu. Ancak Yunanistan gümrüğünden geçtikten birkaç kilometre sonra pasaportlardan birinin eksik olduğunu fark ettik ve gümrüğe geri dönmek zorunda kaldık. Pasaport polisi birisini iade etmeyi unutmuş. Neyse ki problemsiz kavuştuk pasaporta. 11:00 sıralarında Alexandrapoli (Dedeağaç) de idik. Önce feribot biletlerini hallettik. Adaya SAOS firmasının feribotları çalışıyor. Turistik sezonda genellikle günde iki sefer yapmalarına karşın yıllık ve hatta ay içerisinde bile kalkış saatleri değişebiliyor.  http://paleologos.forth-crs.gr/english/npgres.exe?PM=BR adresinden saatler kontrol edilebilir ve  rezervasyonda yapılabilir. 
Fiyatlar yolcu 15 Euro otomobil ise 70 Euro tek yön fiyatı. Yolculuk yaklaşık 2 saat 15 dk kadar sürüyor.  Biz saat 15 gibi feribota bindik ve 16:00 da hareket etti.  Uzun olduğunu yolculuk olduğu düşünülebilir. Ancak gemi yolcularının çeşit  ve renkliliğini izlemek  sanki zamanın daha hızlı akmasını sağlıyor. Geminin kapalı kısmında yaş ortalaması üstlerde iken güvertede çadırıyla, gitarıyla şarkılarıyla yolculuğu şenlendiren çok daha genç bir grup vardı. Dolayısıyla canlılık burada daha fazla idi. Adaya yaklaştıkça heyecanla birlikte güvertedeki kalabalık ta artmaya başladı.Dedeağaç'tan da görülebilen ada çok farklı şeylere benzetilmekte. Örneğin Saroz kıyılarından bakıp cansız yatan bir kız çocuğuna benzetenler olmuş. Her neye benzerse benzesin Posedion un Troya savaşını bu tepeden seyrettiği söylentisini kanıtlarcasına 1600 metre yüksekliği ile Saroz körfezinin hemen önünde tepesine bir bulutun takılıp kaldığı muhteşem bir görüntü. 
Bu muhteşem manzaraya yaklaşırken ilk gördüğümüz adanın denize dik inen kuzey yamaçları. Tepelerde kaya görüntüsü hakimken kıyıya doğru koyu yeşil bir örtüyle kaplanıyor.  Feribot adanın batısında daha düz olan kesimdeki Kamariotissa’ya yanaşıyor. Adaya ayak basmadan önce şimdi adayla ilgili bilgileri derleyebildiğim bilgileri paylaşmak isterim.
Yunanca ismi Trakya Samos'u (Sisam adasının Yunanca adı) anlamında Samos Thrakis'den geldiği söylenmektedir. Osmanlı döneminde yüksek dağ silüetine uyumlu bir isimle "Semadirek" şeklinde adlandırılmıştır. 
Kamariotissa
Adanın tarihi ve coğrafi konumuyla ilgili derlediğim bilgilere gelince  Türkçe kaynaklarda detaylı bilgiye ulaşmak pek mümkün olmadı. Ada saroz körfezinin açıklarında yer almakta olup güneydoğusundaki Gökçeada'dan 37 km, kuzeyinde Dedeağaç'tan (Alexandrapoli) 48 km uzaklıkta,Türk-Yunan deniz sınırının sadece birkaç mil batısında yer alan doğu-batı yönünde 22 km, kuzey güney yönünde ise 12 km uzunluğunda ve 178 kmgenişliğinde bir ada. Dağlık yapısı, doğal liman ve tarım için uygun topraklara sahip olmaması nedeniyle tarihte siyasi ya da ekonomik önemi olan bir yer değilmiş. Ancak "Büyük Tanrıların Tapınağı-Sığınağı" Mabedi nedeniyle Hellenik ve Prehellenik dönemde önemli bir dini tören merkezi olmuş.

Büyük Tanrılar Tapınağı
Bu tapınak bütün dinlerin üyelerine açıkmış. Tapınak 2700 yıl önce, 400 kilometre uzaktaki Poros'tan gemilerle taşınan mermerlerle kurulmuş. Merkezinde, Anadolulu Kibele, İda Dağı'nın Toprak Ana'sıyla bağlantılı olduğu düşünülen Yüce Anne Axieros figürü varmış. Çevresine bir amfi tiyatro, sütunlu dikdörtgen tapınak, Demetrius'un anıt gemisi ve çağın en büyük kule şeklindeki tapınağından oluşuyormuş. Pers, Venedik, Osmanlıların dokunmadığı tapınak 19'uncu yüzyıla kadar bozulmadan gelmiş. Sonrasında adeta yağmalanmış. Amfi tiyatronun mermerleriyle köyde evler yapılmış. . Arkeolojik bulgulardan bazı parçalar İstanbul'a  gönderilmiş. 1938'de tapınakta Amerikalı arkeologlar çalışmaya başlamış. 1956'da Hieron'un sütunlarını ayağa kaldırıp ve bir müze inşa etmişler.

Amfitiyatro
Zarif cam, mermer, metal, toprak objelerin, Nike replikasının, rölyeflerin sergilendiği bu müze bizim gittiğimiz dönemde tadilat vardı ve aralık 2015 'e kadar kapalı idi.
Adanın diğer önemli kültürel zenginliği ise bugün Paris'te Louvre müzesinin girişinde, görkemli bir salonda sergilenen, Antik çağdan günümüze ulaşan en önemli heykellerden birisi olan Kanatlı Zafer Heykeli ya da Kanatlı Zafer Anıtıdır. Yunan mitolojisi zafer tanrıçası Nike'nin MÖ 3. yüzyıldan kalma mermer heykelidir. Bu heykel 2 bin 200 yıl önce Kıbrıs zaferini simgelemek üzere Rodos'ta, Poros adasının özel mermerinden yaptırılmıştı. 3,2 metre yüksekliğindeki anıt, antik çağın mistisizm merkezi “Büyük Tanrıların Sığınağı” mabedinde denizi görecek şekilde, yerleştirilmişti.
Tapınak Yolu
Kadın zafer tanrıçası Nike, bir elini ağzına götürmüş, Rodosluların Kıbrıs deniz zaferini haykırıyordu. Bir söylentiye göre1863'te adaya yolu düşen, Nike'yi gören Fransız elçisi ve amatör arkeolog Champoiseau, Sultan Abdülmecit'in izniyle heykeli ve diğer önemli kalıntıları Paris'e götürdü. Adalıların iddiasına göre, heykelin başı taşınma sırasında düşüp, onarılmayacak şekilde parçalandı.Bu arada: bugün Rolls-Royce arabalarının logosu bu heykel. Ayrıca, 1930 yılında tasarlanan ilk FIFA Dünya Kupasının ödül kupası da bu heykele dayalı bir tasarım olduğu bilinmektedir.


Khora
Ada'da 2011 verilerine göre yaşayan nüfus 2840 kişi ve giderek azalmakta. Geçim kaynağı ağırlıklı olarak turizm ve balıkçılığa dayanmakta. Adanın güney doğusu sarp kayalık olduğundan bu alanda yerleşim yok ve tabi ki adayı çepeçevre dolaşan bir yol da yok.
Tasos adası kadar turistik popülaritesi olmayan bu şirin adanın bu ilginç özellikleri nedeniyle tanımaya karar verdik ve bir arkadaşımızın tavsiyesi ile Orpheus otelde seçtik.

Khora
Sahibi Christo ile telefon ve email ile iletişim kurarak yerimizi ayarladık. Kamaritissa ya indikten sonra otelimizin  adanın kuzey tarafında Therma bölgesinde olduğunu tespit ettik. Dik yamaçların eteğinde deniz kıyısında çınar ağaçlarının altında yoğun kekik kokusu altında yaklaşık 10 km lik bir yolculuktan sonra yine çınar ağaçlarının gölgesinde bahçesinde ağaçsı boyutlara ulaşmış ortancalar olan otelimize ulaştık. Christo bizi büyük bir heyecanla karşıladı. Ancak odalar Christo  kadar mutlu etmedi bizi. Ama tüm vaktimizi dışarıda geçirmeyi planladığımızdan çok dert etmedik. Ancak ertesi gün yaklaşık 100 m kadar yukarıda bungalov tarzı daha güzel bir otel olduğunu gördük.Eşyalarımızı bıraktıktan sonra akşam yemeği için Christonun önerilerini aldık.
Khora
Kamariotissa da limanın arkasında posta ofisinin yanında bir balık lokantası önerdi. Hem şehri keşfetmek hem de yemek için otelden ayrıldık. Şehir çok küçük sahile sıralanmış ön tarafta hediyelik eşyalar satılan dükkanlar ve arkasında da evler yer alıyordu. Çok katlı bina neredeyse hiç yoktu. Çok özellikleri olmayan klasik bir yunan sahil köyü özelliğinde. Lokantayı bulduk. İki masada yemek yiyenler vardı.
 

Limanda gün batımı
Salaş bir lokanta. Barbun kalamar ve klasik mezelerden oluşan bir akşam yemeği istedik.Bu arada limanda çok güzel bir gün batımı manzarası oluştu. Masalar giderek dolmaya başladı ve biz kalkmaya yakın neredeyse hepsi dolmuştu. Yemekler klasik görünüm ve tadında idi. Tabi fiyatlar da öyle.

İkinci gün sabah kahvaltı otelde idi. Ancak kahvaltı neredeyse sıradan bile değildi. Araştırmalardan edindiğimiz bilgiler ve Christo’nun önerileriyle bir rota oluşturarak yola koyulduk. Kamariotissa ya doğru hareket ettik. 


Pachia Ammos
Yaklaşık 5 km sonra “Büyük Tanrılar Tapınağı”nın olduğu “ancient area” mevcut.  Arabaları park ettikten sonra dağa doğru önce makilerin daha sonra zakkumların eşlik ettiği taş döşeli bir patika ve yanda akan dereyi takip ederek yaklaşık 500 m kadar tırmandık. Önce müze ile karşılaştık, ancak bakım nedeniyle kapalıydı. Solda biraz daha yukarıda tapınak girişi mevcut. Bilet alıp tapınağı gezmeye koyulduk. Kısman ot ile kaplı alanda gördüğümüz kadarıyla çalışmalar halen devam etmekte.
Pachia Ammos Taverna
Tapınağın sütunları ayağa kaldırılmış, amfitiyatro ortaya konulmuş, diğer bölümlerde çalışmalar devam etmekte idi. Tapınak ziyaretinden sonra Kamaroitissa yönüne doğru yaklaşık 1 km kadar ilerledikten sonra Kastro otelin yanından sola giden yoldan dağa doğru devam ettik.Yaklaşık 5 km sonra ada ile aynı adı taşıyan Samothraki ya da Khora köyüne ulaşılıyor. Adanın en eski yerleşim yeri. Denizden çok az bir kısmı görünüyor. Eski çağlarda yerleşim için  korsanlardan korunmak ve güvenlik açısından böyle bir alan seçilmiş. 
Paradissos tavernaya
Köy dağın yamacına kurulmuş ucunda bir kalesi olan tarihi dokusunu korumuş, her alanında farklı ve müthiş bir manzara olan şirin sevimli bir köy. Kale kapalı olduğu için gezemedik. Taş döşeli  temiz dar sokakları bunları çevreleyen turistik eşya satılan dükkanları ve taş evleri ile tipik bir rum köyü. Sokaklarında yürürken tüm köy güne hazırlık yapıyor. Dükkanlarındaki malzemeleri sokağa sergileyen, evlerinin önünü temizleyen yıkayan insanlarla köy  yeni güne yavaş bir hazırlık içinde. Köy meydanı denilebilecek bir alanda iki adet yemek yenilebilecek taverna mevcuttu. Araştırmalar 1900 isimli tavernanın daha iyi olduğunu göstermişti. Henüz yemek zamanı değildi ve biz kahve içmek için çok güzel köy ve deniz  manzarası olan bu tavernayı seçtik. Sahipleri karı koca çok sempatik ve şirinlerdi. Kahveleri içtikten sonra bu doyumsuz güzelliklerden ayrılmak zorunda idik.
Şelale yolu
Amacımız bu gün adanın güney sahilini keşfetmekti. Khora dan güney sahiline ulaşmak için ya kamariotissa ya inip oradan devam edecektik ya da biraz kötü ve dar olan ama daha kısa olan dağ yollarından gidecektik. Tabiki macerayı seçtik. Köyden çıkar çıkmaz yol üçe ayrılıyordu. Ön sezilerimizle ortadaki yolu tercih ettik evet doğru olan buydu. Çok şirin köylerden geçen bu yol bizi sahile indirdi. Sola doğru sahili tanımaya devam ettik. 3-4 km sonra yol ikiye ayrıldı. Birisi dağa doğru Profitis İlias'a diğeri sahile doğru gidiyordu. Christo Profitis İlias da çok güzel keçi çevirme olduğunu burayı değerlendirmemizi önermişti. Henüz yemek zamanı olmadığından sahilden devam ettik. Adanın bu tarafı kuzeyi gibi çok dik değildi. Yamaca doğru zeytin ağaçları daha yükseklerde ise çam ağaçları vardı. Denize ulaştığımız noktada çakıllarla kaplı şemsiyeleri olan bir plaj ve sol tarafında da tavernası mevcuttu. Sahilden ayrılıp dağlara yöneldiğimizde köşede bir adet taverna mevcut.
Şelale yolu
Christo adı Lakkoma olan bu taverna da güzel balık yiyebileceğimizi söyledi. Yoldan devam ettik 10 km sonra yol bir plajda sonlandı.  Burası Pachia Ammos tartışmasız  adanın  en güzel tek plajı. Burası yaklaşık 800-1000 m uzunluğunda ince kumla kaplı sağ köşesinde bir bar ve üzerinde tavernası olan ve Bozcada ile karşı karşıya olan plaj. Bu kısmın önünde sahilde tavernaya ait  şemsiye ve şezlonglar vardı. Diğer kesimlerde insanlar kendi imkanlarıyla güneşleniyordu. Sahili keşif gezisi sırasında en doğu ucuta kayalıkların kısmen perdelediği bir alanda ise nudist bir çift güneşlenmekte idi. Ağustos böcekleri korosunun şenlendirdiği tavernaya oturduk ve bu gün burada kalmaya karar verdik. Denize giren arkadaşımız suyun çok güzel olduğunu söyledi ama grubun çoğunluğu tembellik etti. Öğlen yemeğini burada yemeye karar verdik.
Şelale
Sahibi Yannis balıkları denizde kendisinin tuttuğunu, yine midyeleri de kendisinin çıkardığını söyledi. Sardalya, çipura ve buharda midye yanında klasik mezelerden oluşan bir öğle yemeği menüsü oluşturduk. Hepsinin tadı da çok farklı idi. Akşam saat 18’e kadar burada kaldık. Yola çıktığımızda yol üzerindeki Profitis İlias'ı da görmeye karar verdik. Dağa doğru yaklaşık 3-4 km lik bir yol sonunda köye ulaştık. Dağın yamacında yolun iki tarafına dizilmiş evler, cafe ve iki adet tavernadan oluşuyordu. Bu iki tavernada keçi çevirme yapılıyordu. Bir tanesi daha kalabalıkça idi. Daha sonra değerlendirmek üzere dağ ve deniz manzaralı cafe de kahve içip Kamariotissaya doğru yola çıktık. İnsanlar siesta dönüşünde idi. Hediyelik eşya satan dükkanlar, cafe va tavernala sahil boyunca dizilmişti. Dükkanların bir kısmı kapalı bir kısmı yeni açılıyordu. Çok küçük bir kasaba 15-20 dk sonra yapacak bir şey bulamayıp otelimize döndük..Akşam yemeğini Therma bölgesinde yemeye karar verdik. Christonun önerisiyle Otele çok yakın olan 900 yıllık olduğu söylenen dev gövdeli bir çınarın altındaki Paradissos tavernaya gittik. Izgara ve  fırın yemekleri yanında bamya, fasülye gibi ev yemekleri de vardı. Bamya ve patatesli fırında keçi yemeyi tercih ettik ikisinin de lezzeti mükemmeldi.
Doğal Havuz
Sabah kahvaltısını yakındaki fırından aldığımız poğaça ve böreklerle zenginleştirdik. Kahvaltı sonrası Adanın kalan kuzey ve doğu sahilini keşfetmek için yola çıktık. Termaya yakın bölgelerde çadır kampı alanları ve bungalovlar vardı. Adanın ucuna doğru yerleşim gittikçe seyrekleşiyordu. Adanın hem güney hemde kuzey ve doğusunda bol miktarda keçi vardı. Her an yolda önünüze keçi çıkabiliyor. Neyse ki çevik hayvanlar da sıkıntı oluşmadan uzaklaşabiliyorlar. Adanın kuzey kısmında çınar meşe ve çam ağaçları yoğunlukta. Doğuya gidildikçe toprak çıplaklaşıyor. Yol bir plajda sonlandı. Gökçedada nın tam karşısında olan Kipos Beach   çakıllı herhangi bir hizmetin sunulmadığı bir plaj. Birkaç aile denize giriyordu.
Şelale Yolu

Burası ile Pachia Ammos arasındaki yolu olmayan kesimde bir kumsal olduğu daha çok  nudistlerin kullandığı bu plaja  ancak deniz yoluyla ulaşılabildiği söyleniyor. Geri dönüşte Fonias Tower'ın olduğu bölgede solda park alanı mevcut. Arabaları buraya park ettik ve şelaleye doğru yürüyüşe başladık. Yol dere kenarında  düzensiz bir patika ve 1700 metre kadar uzunluğunda ve 35 dk da yürüyebildik. Dönüş ise 25 dk kadar sürdü. Patikanın ucunda doğal bir havuz ve buraya yaklaşık 35 metre yükseklikten düşen şelale mevcut. Şelaleyi görmek için ya havuza girmek ya da karşısındaki tepeye tırmanmak gerekiyor. Havuzda yüzen ve çevresinde güneşlenenler var. Su oldukça soğuk. Ekipten havuza girenler oldu tabi. Burada yaklaşık bir saat kadar vakit geçirdik. Öğle yemeğini Profitis İlias da yemeyi planlamıştık. Otele dönüp eşyaları aldıktan sonra bir önceki gün izlediğimiz rotadan  Profitis İlias'a ulaştık. Lokanta çok kalabalık değildi.
Portofitis ilias
Portofitis İlas
Keçi etine doyduktan sonra saat 15:00 deki feribot için saat 14:30 da limanda olduk. Güzel duygularımızı ve güzelliklerden oluşan hazzı yanımıza alıp aklımızı ada da bırakarak iki günlük tatilimizi tamamlayıp geri dönüş için yola koyulduk