21 Mart 2016 Pazartesi

SAKIZ (CHİOS) ADASI






Sakız adasına gitme fikri ortaya atıldığında  içimden hemen üzerine atlamak gelmedi. Nasıl oluştu bilmiyorum ama sanki kafamda "sakız adasında bir şey yok" gibi bir ön yargı vardı. Aslında Sakız adası hakkında herhangi bir bilgim yoktu. Kısa bir araştırma sonrasında düşüncemin yanlış olduğunu gördüm ve seyahat planı oluşturuldu.  İnternetten oteli ayarlandık. Otel bloglarda çoklukla adı geçen Kyma idi. Aile işletmesi şeklinde bir otel ve sahibesi ise bir Bir türk olan Güher Hanım. (Otel ve aile hakkındaki bilgilere "http://hotelkyma.com/about_us.html" linkinden ulaşabilirsiniz.) Biletler alındı ve 20 ağustos 2015 perşembe günü adaya geçmek için her şey hazırdı. Sakız adası Çeşmenin hemen karşısında. Çeşme limanından geçiliyor  sabah akşam iki sefer var ve yolculuk 45 dk kadar sürüyor. Ertürk ve Ege Birlik diye iki firma çalışıyor.  Ertürk firmasının hızlı feribotu var ve yaklaşık 25 dk da geçiyormuş. Bilet fiyatları gidiş dönüş 26 Euro ve araba için 90 Euro. Ancak araba ile geçilecekse kesinlikle Ege Birlik Tercih edilmeli. Araba ile geçmek için en az 1 saat öncesinden limanda olmayı gerekiyor. Çünkü araç işlemleri uzun sürüyor. Sabah servisi 9:30 da hareket ediyor. Biraz gecikmeli olarak hareket ettik ve saat 10:30 gibi sakız adasında idik. İki geminin yanaşması nedeniyle gümrükten çıkışımız yaklaşık 1 saat kadar sürdü ve nihayet adada idik. Şimdi adayla ilgili derlediğim bilgileri kısaca aktarmak istiyorum

Adanın ismi özellikle güney kesimlerinde yoğun olan damla sakızı ağaçlarından gelmektedir.Sakız Adası, Ege Denizinde Karaburun Yarımadasının karşısında, Türkiye sahillerine 6 km uzaklıkta olan Yunanistan'ın yüz ölçümü itibariyle beşinci büyük adasıdır. Ada nüfusu yaklaşık 55 000 civarındadır. Bu nüfus adada bulunan 66 köy ya da kasaba da yaşamaktadır.

Sakız Adası Tarihi: Arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular Sakız adasında yaşamın M.Ö.6000 yılından beri var olduğunu göstermektedir. Erken dönemlerde gerek Atina gerekse Sparta ile yürüttükleri ilişkilerde bağımsızlık ve özerkliklerini korumaya özen göstermişlerdir. Büyük İskender tarafından işgal edilen ada daha sonra önce Roma imparatorluğunun, 9. yüzyılda da Bizans İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir. Bu dönemde adalılar Arap devletlerinin saldırılarından korunmak için bu gün bile hayranlık uyandıran adaya özgü  kaleler ve kale şeklinde müdahale edilmesi güç köyler inşa etmişlerdir. Adadaki en önemli tarihi ve mistik yapılardan biri ve Bizans mimarisinin en önemli eserlerinden olan   Nea Moni manastırı da bu dönemde inşa edilmiştir.
Ege adalarında yoğun ticari faaliyetleri ve hakimiyetleri bulunan Cenevizliler 13. yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nun adayı Türk korsanlarına karşı yeterince koruyamadıklarını öne sürerek  ele geçirmişler.  Daha sonra Ege denizinde ki Osmanlı hakimiyeti ile birlikte 1566 yılında Sakız Adası da Osmanlı topraklarına katılmıştır. Adada üretilen sakız ve İpek nedeniyle tarihi boyunca imtiyazlı bir konuma sahip olmuştur.
Nea Moni Manastırındaki yazı
Yunanlıların 1822 yılında  bağımsızlığa kavuşmasıyla birlikte tüm Yunanistan coğrafyasında çıkan isyanların yansımaları Sakız’da da görülmüş. Ada halkı Osmanlı hakimiyetinde imtiyazlı yaşamlarını sürdürürken Sisamlı Rum gemiciler (Samos Adası) adadaki camileri yakıp Türklere saldırarak ada halkını Osmanlıya  karşı kışkırtmaya çalışmışlar. Sakız halkının bu saldırılar sırasında tepkisiz kalması nedeniyle Osmanlı Devleti Sakız Adası’na ciddi bir müdahalede bulunmuştur. Bu dönemde adada yaklaşık 100 bin kişi yaşamakta imiş. Bu müdahale de yaklaşık 42 bin kişi katledilmiş, 50 bin kişi Kuzaey Afrika ve İzmir'e sürgüne gönderilmiş, evler ateşe verilmiş, sakız tarlaları yok edilmiş. Kalan sakız ağaçlarıyla ilgilenmeleri amacıyla yaklaşık 1800 kişi adada sağ bırakılmış. Konuyla ilgili Nea Moni manastırındaki yazıda " Türk katliamından önce Sakız adasında 117 bin Yunanlı yaşamakta idi. Katliam sonrası adada sadece 1800 kişi kalmıştı. Bu katliam sırasında 21000 kişi diğer Ege adalarına kaçmış, 52 bin kadın ve çocuk Anadolu ve Kuzey Afrika ülkelerine götürülmüş ve 42 bin kişi de öldürülmüştür. Bu katliam sırasında çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 3500 kişi Nea Moni Manastırına sığınmış 2 Nisan pazar günü Paskalya arifesinde  bu sığınmacılardan çoğu ve manastır rahipleri öldürülmüştür" denilmektedir. Bu odada bu katliam sırasında öldürülen insanlara ait olduğu söylenen kemikler sergilenmektedir. Yine bu baskın sırasında  adada son kalan kişiler Osmanlı’dan kaçarken, adanın en ulaşılamaz noktası olarak gördükleri Anavatos surları arasına saklanmışlar. Ancak Osmanlı Anavatosa da gelmiş ve  tüm sığınmacılar uçurumdan atlayarak intihar etmişler. Victor Hugo ve Lord Byron’un bu katliamla ilgili yazılar kaleme almışlar. Ayrıca Ünlü Fransız Ressam Eugène Delacroix’in 1824 yılında “Sakız Katliamı”  isimli tablosu  Paris’teki Louvre Müzesi’nde sergileniyor.
Sakız Adası 1912 yılında Yunanistan’a bağlanmıştır. 1913-1922 yılları arası Anadolu’dan büyük bir mülteci kitlesine ev sahipliği yapmış, bu göçmenler Yunanistan’daki başka şehirlere götürülünceye kadar, geçici olarak, ada da yerleştirilmişlerdir.

ÇEŞMEDEN SAKIZA
Sakız Limana giriş

Bu ada için bence Ege'nin iki yakasından daha çok tek yakada iki halk demek çok daha doğru olacak sanırım. Çünkü Adanın ana karaya yakınlığı Çeşmeden el sallasan karşı kıyıdan yanıt alınacakmış gibi bir his oluşturuyor. Çeşme limanından sadece 6 km uzaklıkta. İki ada arasında  Ertürk ve Ege Birlik isminde iki şirket çalışıyor. Seferlerle ilgili bilgilere her iki şirketin web sayfasından ulaşılabilir.  Biz Ertürk firmasından sabah 9:30 a biletleri aldık. Ancak Ege Birlik vapurunun özellikle araçlı geçenler için daha modern olduğunu gördük.  Ölü sezonda daha uygun fiyatlarla araba kiralama mümkünken turistik sezonda daha yüksek fiyatlar istendiğini öğrendim ve kendi arabamızla geçmeye karar verdik. Arabanın Gümrük çıkış  işlemleri uzun sürdüğünden mümkün olduğunca erken gitmek gerekiyor. Yaklaşık 45 dakika kadar süren gümrük işlemlerini tamamladıktan sonra vapurun kalkmasına dakikalar kala en son araba olarak binebildik. Tabi bunun avantajını da gördük. Çok büyük olmayan arabalar bir asansörle alt kata indiriliyordu. Biz yukarıda kalmış olduk.
Sakızdan Çeşme
Daha henüz günün erken saatleri olmasına karşın Ege Denizinin yakıcı sıcağında gölgelere sığınmaya çalışarak 45 dakikalık bir yolculuk sonrası adaya ulaştık. İki gemi peş peşe indiğinden oldukça kalabalık ve uzun bir kuyruk oluşuyor. Buradaki işlemlerin bitmesi de neredeyse bir saat kadar sürdü. Limandan çıktıktan sonra otel sahibi Theodore' un arkadaşlarımıza ayarladığı kiralık arabaya ulaştık ve Otele doğru yola çıktık.

Chios Sakız Kasabası
SAKIZ

Gezi öncesi araştırmalarımızdan Sakız merkezde kalmanın daha uygun olacağına karar verdik ve bura da  hakkında olumlu yorumlar okuduğumuz Hotel Kyma yı ayarlamıştık. Otel Limanın hemen diğer ucunda ve Çeşme ye bakıyor. Çok eski bir binanın arkasına daha yenilerde eklenen ama o da eskimiş bir binadan oluşuyor. Binanın gerek doğramaları, gerek mobilyaları ve gerekse tesisatı asla bir daha göremeyeceğiniz şekilde. Antika değerleri var mı bilmiyorum ama kesinlikle ilginç. Ama gerek Theodore gerekese de eşi Güher Hanım son derece misafirperver, her konuda yardımcı, hoşsohbet ve şeker insanlar. Otele girer girmez Theodore bizi sevecen tavrıyla karşıladı ve hemen kahvaltı salonuna sokup gün boyu açık büfe şeklinde hizmet veren sevimli kahvaltı büfesiyle tanıştırdı.Yunanistan ana karada ve diğer adalarda çok  karşılaşmadığımız bir özellik demleme çayın olmasıydı. Kaldığımız süre boyunca bu çay ve kahve hizmetinden neredeyse 24 saat boyunca  açık büfe konseptinde yararlandık. Otele yerleştikten sonra ilk iş o gün ne yapabilirizi düşünmeye başladık. Theodore hemen bir harita üzerinde akşama kadar vaktimizi dolduracak bir program yaptı.
Sakız ağaçları
O gün öğleden sonrayı sahilde geçirmeye karar verdik. Thedore'nin  önerisi gideceğimiz sahil Komi Beach oldu. Yarı  Türkçe yarı İngilizcesiyle bize çok güzel yol tarifi yaptı ve plajı elimizle koymuş gibi bulduk. Giderken çok güzel köylerden ve sakız ağacı bahçeleri arasından geçtik. Tabi ki hem sakız ağaçlarını hem de sakızı dalında görebilmek için mola verdik. Sakız ağaçları ortalama 2 metre uzunluğunda, sık  ve yaygın,  bolca kıvrımlar gösteren dalları ve küçük yapraklarıyla uzaktan oldukça sevimli gözüküyor. Ama bu sevimli dalların kabuğunda yılların insan yüzünde bıraktığı çizgiler gibi ürününü damlatmak için yapılan çiziklerin izlerini taşıyan çok sayıda kesik var. Eski çizikler kuru bir dere yatağı gibi iken o yıl yapılmış çiziklerden sakız damlıyor.
Sakız damlacıkları
Ağaçların altı düzeltilerek sakızların toprağa karışmaması için muhtemelen killi-kireçli beyaz  bir toprakla örtülü. Dallarda ve bu toprak üzerinde mat görünümlü sakız damlacıkları mevcut. Sakız ağaçlarıyla vedalaşıp güzel manzaralar eşliğinde dar yollu köylerden de  geçerek plaja ulaştık. Komi plajı uzunca bir kumsal. İnce bir kumla kaplı, hava ve deniz suyu oldukça sıcak. Sahili çevreleyen tavernalarda ve kumsalda Türkçe konuşan birçok insan var.
Marva Volia Plajı
Burada Nostalgia isimli bir tavernada oturup denize girdik. Yiyecekleri alışılmış kalite ve özelliklerde sıradan bir taverna idi. Akşam dönerken hemen yakınında olan  Mavra Volia plajını görmek istedik. Çok dar araç parkları nedeniyle daha da daralan  bir yoldan gidiliyor. İki araç karşılaştığı zaman birisinin geri gitmesi gerekiyor. Park yeri de bulmak oldukça zor. Plaj siyah renki çakıllarla kaplı, hemen yanında yine aynı özellikte küçük bir koy daha var. Burada çok oyalanmadık.

Pirgi
                              Dönüşte Pyrgi ve Armolia yı görmek istedik. Pirgi adanın güneyinde ve ortasında bir kasaba. Adanın özellikle güneyindeki mimarinin en tipik örneklerinden biri Pirgi diğeri ise Mesta. Arabamızı kasabanın girişine park edip merkeze doğru yürüyerek devam ettik. Pirgi'nin en önemli özelliklerinden biri binaların sıvaları ve üzerinde oluşturulmuş desenler. Türkiye de ki sıva bile yapılmayan tuğla evleri düşündükçe harcana emeğe ve işçiliğe hayran olmamak mümkün değil. Önce yöredeki siyah kum kullanılarak binalar sıvanıyor ve daha sonra beyaz sıva yapılıyor,, bu beyaz sıva kazınarak alttaki  siyah sıvanın ortaya çıkarılmasıyla çeşitli desenler oluşturuluyor.  Bu şekilde sülenmiş evlerin oluşturduğu sokaklardan geçerek merkeze ulaşıyoruz.



               
Kasabanın ortasında tavernalar tarafından çevrelenmiş aralara  küçük hediyelik eşya satan dükkanların serpiştirildiği ve bir köşesinde de kilisenin olduğu çok sevimli bir meydan var. Bu alanda oturup sakızlı dondurma yemeden ve bir kahve içmeden ayrılmanın eksiklik oluşacağı düşüncesi sarıyor insanı. Tabi ki dondurmalar mis gibi sakızlı. Bu alana açılan  evlerin kemerlerle birbirine bağlandığı daracık sokaklar var. Hepsi arnavut kaldırımı ve çok temiz. Bazı kapılarda yaşlı hanımların sohbet ettiklerini izliyoruz. Bazı sokaklar o kadar dar ki bir evin penceresinden elini uzatıp karşı penceredeki komşuyla tokalaşılabilecekmiş hissi uyandırıyor. Yöreye özgü. ve susuz olarak yetiştirilebilen   küçük domatesler ipelere saplarından bağlanarak pencereleri ya da balkonların kenarına asılıp kurutuluyor. İlginç desenlerle süslenmiş evlerin duvarlarında bu kırmızı domates halkaları ilginç görüntüler oluşturuyor. Sakızlı dondurmasına, kahvesine ve daracık sokaklarının atmosferine doyamadığımız bu şirin kasabadan havanın kararmaya başlamasıyla ayrılmak zorunda kalıyoruz.Akşam yemeğimizi Theodore'nin önerisiyle Taverna Thassos da yedik. Çok güzel mezeleri vardı.
İlk Günkü rota

İkinci gün demlenmiş çay ile kahvaltımızı yaptıktan sonra Güher Hanımla harita üzerinde o günkü rotamızı oluşturduk. Sakız merkezden hareketle adayı enlemesine kateden yol ile Lithi plajına gitmeye karar verdik. Bu rotayı seçmemizdeki diğer bir hedef ise Nea Moni manastırı ve Anavatos'u ziyaret etmekti. Nea Moni manastırı Sakız merkezden yaklaşık 12 km uzaklıkta ancak manastıra giriş yolunu kaçırınca  daha ileride olan Anavatos' u ziyaret etmek durumunda kaldık.Anavatos bir tarafı dik uçurum olan birkaç tanesi içerisinde yaşam olan ancak diğerleri harabe halindeki taş evlerin bulunduğu terk edilmiş bir köy.Bizim Kaya Köyü çok andırıyor. 
Anavatos
Ziyaretimizi tamamladıktan sonra Nea Moni manastırına gitmek için 10 km kadar geri gittik.Bir vadide kurulmuş olan Manastıra bir ana kapıdan giriliyor. Girişin hemen solunda bir odada camekanlı bir bölmede İnsan kafatasları ve kemikleri sergilenmekte.Bu kemiklerin 1822 katliamında öldürülen din görevlilerine ait olduğunu bildiren bir yazı mevcut. Manastır içinde sadece ortadaki kilise ziyarete açıktı, diğer
Anavatos
kiliseler ve müze gittiğimiz saatte kapalı idi. Manastırın Sakız'a bakan kısmında çok

güzel deniz manzarası var, ancak çevrede 2012 yangınının acımasız tahribatının izleri halen görülmekte. Ziyareti tamamladıktan sonra tekrar aynı yolu takip ederek Avgonyma üzerinden sahile indik. Adanın bu tarafı daha heybetli. Lithi ye doğru ilerlerken sahilde girinti çıkıntılar arasına gizlenmiş küçük küçük kumsallar dikkat çekmekte. Bu doyumsuz güzellikleri zaman zaman tadını çıkarırken karşımıza bir yamaca yerleşmiş olan Lithi köyü ve  plajı karşıladı.



Nea Moni Manastırı
Plaj ince kumla kaplı ve tavernalar tarafından çevrelenmiş. Koyun solunda kumsalın bitimindeki barınağa rengarenk balıkçı tekneleri dizi dizi sıralanmışlar. Lithi Sakızın en önemli balıkçı merkezi imiş. Bu nedenle en güzel ve en taze balıklar buradaki tavernalarda bulunurmuş. Güher Hanımın önerisiyle kumsalın en sonunda barınaklara yakın olan "Üç Kardeşler" tavernasına oturduk. Tavernadaki bulunan müşterilerin ve daha sonra gelenlerin hemen hepsi Türk idi. Burada yediğimiz her türlü deniz ürününün taze olduğu çok belli idi. Bu lezzettli ürünleri yine çok uygun bir fiyata (kişi başı 15 Euro) yedik. Lithi sahili çocuklu aileler için çok ideal. Kumsal sığ ve suyu sıcak olan bir plaj. Saat 15:00 gibi Olimi  mağarasına gitmek için buradan ayrıldık. Mağara Mesta yakınlarında ve buraya Olimbi kasabasına girmeden sola oku takiben 5 km kadar gidildiğinde ulaşılıyor.


Lithi sahili ve köyü
Mağara rehberli geziliyor. Her saat başı tur düzenleniyor ve yaklaşık 30 dakika sürüyor. Her tura en çok 25 kişi katılabiliyor. Biz gittiğimizde önceki tur yeni bitmişti ve 30 dk kadar bekledik. Mağara sarkıt ve dikitlerden oluşan güzel aydınlatılmış ilginç bir jeolojik oluşum. Yeterli vakit olduğunda gezilebilecek bir yer. 




Olimpi Mağarası
Olimpi
Olimpi
Mağara çıkışından sonra Olimpi kasabasına uğradık. Burası da köyün merkezine ilerleyen daracık yolları sanki gizlercesine çevreleyen taş binalardan oluşmuş güzel bir kasaba. Çoğu tünel gibi olan bu sokaklarında yürümek insana sanki bir labirentin içindeymiş hissi uyandırıyor. Ama hangi sokağa girerseniz girin bazıları çıkmaz sokak olmasına karşın  biraz dolaşmak zorunda kalsanız da ya kasabanın merkezine ya da dışına çıkıyorsunuz.  

Mesta
Mesta
 
Mesta
 Turu tamamladıktan sonra kısa bir yolculukla Mesta'ya ulaştık. Çeşitli detaylarını okuduğum ve görsellerini izlediğim bu küçük kasabayı görebilecek olmak oldukça heyecan verici. Arabayı kasabanın dışına park edip merkeze gitmek istiyoruz ama bir anda nereden gidebileceğimize karar veremiyoruz. Çünkü Mesta surlarla çevrilmiş bir kale gibi. Güzelliklerini korumak için kendisini dışarıya kapatmış gibi. Giriş yolunu bulmak için birilerine sorma ihtiyacı hissediyoruz. Bize tarif edilen yolu takip ettiğimizde Pirgi'den daha güzel ve daha korunmuş ama ona benzer sokaklarla karşılaşıyoruz.  Daracık kemerlerle evlerin birbirine bağlandığı sokaklar merkeze doğru ilerliyor.  Mesta da kemerler daha çok ve neredeyse bazı yerlerde uzun tüneller oluşmuş durumda. Bu tünellerden bazılarında turistik eşya satan küçük dükkanlar var. 

                      
Mesta














Yolla yine kaldırım taşı döşeli ve tertemiz. Her bilmem kaç yılda bir şehirlerin alt üst edildiği bir ülkeden gidip te yıllardır bu yapıların bu sokakların nasıl böyle korunabildiğini anlamak biraz güç. Umarım oralara bizden birisi belediye başkanı olmaz. Merkezde bir kilise var. Kilisede iki adet gümüş kabartma resim var.  İstanbul'dan geldiğine dair duyduğumuz söylentiyi sorduğumuz görevli bunların Metsa kökenli olduğunu söyledi. Sağda haç'ın karşısında İsa ve Meryemin resmedildiği bir adet tablo mevcut. Kiliseni çevresindeki meydanı yine tavernalar ve turistik eşya satan küçük dükkanlar çevreliyor. Burada kahve ve sakızlı dondurmanın tadına baktıktan sonra otelimize dönmek için yola çıktık. Akşam çarşıya çıkıp adanın olmaz sa olmazı olan reçelci Rena dan sakız reçeli ve peynirci Marios'dan Mastello peynirimizi aldık.
     
İkinci gün rota

Bir sonraki gün hedef adanın kuzey batısı idi. İlk durak olarak Valissos'u belirleyerek yola çıktık Sakız'ın zaman zaman tek aracın geçişine izin veren yollarından geçip sırtını dayadığı dik yamacı tırmanmaya başladık. Yol böyle olunca 37 km lik yol 60 dakika kadar sürdü. Adanın güneyindeki güzellikte görüntüler olmasa da yine Valissosta benzer özellikleri olan bir köy idi. Burada bir süre vakit geçirdikten sonra Limnos sahiline indik. Burada plaj ve deniz çakıllı, suyu soğuk ve 1-2 metre ieçrisinde derinleşiyor.  İki tane taverna var . Birisinde oturduk. Yan masamıza 20 li yaşlarında gençler geldi. Bunlar Atina da üniversite okuyan ve Türkçe öğrenmeye çalışan gençlerdi. Onların Türkçesi ve bizim Yunancamızla sohbet etmeye çalıştık. 

Üçüncü gün rota
Akşam yemeğini için yine öneri üzerine Apomero'da yer ayırttık. Adanın doğusunda yoldan ve denizden uzak. Yolu çok karışık. Gece karanlıkta bulmak sıkıntılı olabilir. Bu nedenle taksiyle gittik. Yunan müziği ve deniz ürünlerinin olduğu bir taverna. Bu akşam düğün varmış. 
Apomero da düğün
 Yine kolayca unutulması mümkün olmayan bir damak tadı, farkında olmadan Türkçe sözleriyle katıldığımız Yunan müziğinin kulağımıza takılıp kalan nağmeleri ve de hiçte yabancı olmadığımız, ritme uyarak zaman zaman bizlerin de katıldığı, sanki   Anadolu'nun herhangi bir köyündeymiş gibi hissettiren düğünü ile unutamayacağımız bir gece oldu.
Son günümüzde adanın kuzeyini gezmek istedik. Hedef Marmaro idi. Güzel bir yolculuktan sonra Güher hanımın bulunduğu II. otele Kardamilya ya ulaştık. Deniz kenarında çok büyük olmayan bir bina. Hava rüzgarlı deniz dalgalı. Burada çayımızı kahvemizi içtikten sonra Kuzeye doru devam edip dağlardan batıya ve oradan da Sakız'a ulaşmayı hedefledik. 

     
Kipouries Taverna
   

Kuzeyde yerleşim daha az köyler daha küçüktü.  ve yapılar da güneydekiler çok benzemiyordu. Dağlardan geçerken Kipouries köyünde çok güzel bir taverna keşfettik  İsmini iyi okuyamadığımız anlamını öğrenemediğimiz ancak fotoğraflarını göreceğiniz bu taverna da günlerdir yediğimiz deniz ürünlerinden sonra oğlak-kuzu çevirme ve tandırın muhteşem tadını çok güzel bir doğa da tattık.
Sonuç olarak yazıdan da anlaşıldığı gibi sakız tatilimizde denizin tadını çıkarmak yerine adayı keşfetmeyi tercih ettik. Kendi adıma bundan hiç pişman değilim. Bu yazı geziden yaklaşık 6 ay sonra kaleme alındığından çok detaylar yok. Ama sakız mutlaka gidilmesi ve görülmesi gereken bir ada. Tabi ki tekrar belki tekrar gideceğim . Çünkü tekrar gittiğimde nerede ne yapacağımın planını daha kolay yapabilecek bilgiler edindim. Bence sakız tatili, adanın güneyinde adı bu yazıda da geçen kasabaların birisinde küçük bir otel ya da pansiyonda kalıp, adadaki yaşamın tanığı olmak ve o yaşama katılmak, az gezip çok dinlenmek olarak planlanmalı. 
Asla gitmeyin
Asla gitmeyin
      
Adadaki tek olumsuzluk sakız merkezde balıkçı limanındaki taverna idi. İlk defa bir Yunan tavernasından fiyat lezzet ve davranış açısından  mutlu olmadan ayrıldığımız belirtmek isterim. Tam bir hayal kırıklığı idi bizim için. Fotoğrafını gördüğünüz bu tavernayı kesinlikle tavsiye etmiyorum
İyi Tatiller 

30 Temmuz 2015 Perşembe

SEMADİREK, ΣΑΜΟΘΡΑΚΗΣ SAMOTHRAKİ YA DA SAMOTHRACE

 
Günübirlik ulaşımın çok kolay olması nedeniyle özellikle birkaç gün süren tatil ya da hafta sonlarında İstanbul dan  Kuzeydoğu Yunanistan’a ve Kuzey Ege de ki Yunan adalarına önemli  ölçüde Türk turist  gitmekte. Son birkaç yıldır bu kolaylığın farkına vardık ve uygun olan kısa tatillerde bu bölgeyi tanıma ve gezme koşulları oluşturmaya başladık.  Araçla çıkıldığında bu gezi için yapılması gerekenler vize, uluslararası ehliyet ve yeşil sigorta.  Yeşil sigorta İpsala gümrüğündeki Turing bürosunda en az 15 günlük 65  Euro karşılığında ve Uluslararası ehliyet en az 1 yıllık olarak yaptırılabilmektedir.   Yeşil pasaporta vize gerekmemekte.   Ama burada bilinmesi gereken durum şu: Bayram gibi yoğunluk olan günlerde Turing bürosunda işlemler uzayabiliyor. İki işlem aynı anda yapılacaksa 8-10 dk sürebiliyor. 10 kişinin olduğu bir kuyruktaysanız en az 1 saat sıra beklemeyi göze almalısınız. Vakit kazanmak için gerekli evraklar yola çıkmadan İstanbul da da hazırlanabilir. Haziranın (2015) son hafta sonunu İstanbul'a en yakın yunan adalarından biri olan Semadirek te geçirmek istedik. Klasik olduğu üzere sabah 06:00 da hareket edip Tekirdağ da ki yaklaşık 1 saatlik buluşma molasından sonra saat 10:00 gibi İpsala da idik. Yeşil sigortayı orada yaptırdık. Geçiş problemsiz ve çok hızlı oldu. Ancak Yunanistan gümrüğünden geçtikten birkaç kilometre sonra pasaportlardan birinin eksik olduğunu fark ettik ve gümrüğe geri dönmek zorunda kaldık. Pasaport polisi birisini iade etmeyi unutmuş. Neyse ki problemsiz kavuştuk pasaporta. 11:00 sıralarında Alexandrapoli (Dedeağaç) de idik. Önce feribot biletlerini hallettik. Adaya SAOS firmasının feribotları çalışıyor. Turistik sezonda genellikle günde iki sefer yapmalarına karşın yıllık ve hatta ay içerisinde bile kalkış saatleri değişebiliyor.  http://paleologos.forth-crs.gr/english/npgres.exe?PM=BR adresinden saatler kontrol edilebilir ve  rezervasyonda yapılabilir. 
Fiyatlar yolcu 15 Euro otomobil ise 70 Euro tek yön fiyatı. Yolculuk yaklaşık 2 saat 15 dk kadar sürüyor.  Biz saat 15 gibi feribota bindik ve 16:00 da hareket etti.  Uzun olduğunu yolculuk olduğu düşünülebilir. Ancak gemi yolcularının çeşit  ve renkliliğini izlemek  sanki zamanın daha hızlı akmasını sağlıyor. Geminin kapalı kısmında yaş ortalaması üstlerde iken güvertede çadırıyla, gitarıyla şarkılarıyla yolculuğu şenlendiren çok daha genç bir grup vardı. Dolayısıyla canlılık burada daha fazla idi. Adaya yaklaştıkça heyecanla birlikte güvertedeki kalabalık ta artmaya başladı.Dedeağaç'tan da görülebilen ada çok farklı şeylere benzetilmekte. Örneğin Saroz kıyılarından bakıp cansız yatan bir kız çocuğuna benzetenler olmuş. Her neye benzerse benzesin Posedion un Troya savaşını bu tepeden seyrettiği söylentisini kanıtlarcasına 1600 metre yüksekliği ile Saroz körfezinin hemen önünde tepesine bir bulutun takılıp kaldığı muhteşem bir görüntü. 
Bu muhteşem manzaraya yaklaşırken ilk gördüğümüz adanın denize dik inen kuzey yamaçları. Tepelerde kaya görüntüsü hakimken kıyıya doğru koyu yeşil bir örtüyle kaplanıyor.  Feribot adanın batısında daha düz olan kesimdeki Kamariotissa’ya yanaşıyor. Adaya ayak basmadan önce şimdi adayla ilgili bilgileri derleyebildiğim bilgileri paylaşmak isterim.
Yunanca ismi Trakya Samos'u (Sisam adasının Yunanca adı) anlamında Samos Thrakis'den geldiği söylenmektedir. Osmanlı döneminde yüksek dağ silüetine uyumlu bir isimle "Semadirek" şeklinde adlandırılmıştır. 
Kamariotissa
Adanın tarihi ve coğrafi konumuyla ilgili derlediğim bilgilere gelince  Türkçe kaynaklarda detaylı bilgiye ulaşmak pek mümkün olmadı. Ada saroz körfezinin açıklarında yer almakta olup güneydoğusundaki Gökçeada'dan 37 km, kuzeyinde Dedeağaç'tan (Alexandrapoli) 48 km uzaklıkta,Türk-Yunan deniz sınırının sadece birkaç mil batısında yer alan doğu-batı yönünde 22 km, kuzey güney yönünde ise 12 km uzunluğunda ve 178 kmgenişliğinde bir ada. Dağlık yapısı, doğal liman ve tarım için uygun topraklara sahip olmaması nedeniyle tarihte siyasi ya da ekonomik önemi olan bir yer değilmiş. Ancak "Büyük Tanrıların Tapınağı-Sığınağı" Mabedi nedeniyle Hellenik ve Prehellenik dönemde önemli bir dini tören merkezi olmuş.

Büyük Tanrılar Tapınağı
Bu tapınak bütün dinlerin üyelerine açıkmış. Tapınak 2700 yıl önce, 400 kilometre uzaktaki Poros'tan gemilerle taşınan mermerlerle kurulmuş. Merkezinde, Anadolulu Kibele, İda Dağı'nın Toprak Ana'sıyla bağlantılı olduğu düşünülen Yüce Anne Axieros figürü varmış. Çevresine bir amfi tiyatro, sütunlu dikdörtgen tapınak, Demetrius'un anıt gemisi ve çağın en büyük kule şeklindeki tapınağından oluşuyormuş. Pers, Venedik, Osmanlıların dokunmadığı tapınak 19'uncu yüzyıla kadar bozulmadan gelmiş. Sonrasında adeta yağmalanmış. Amfi tiyatronun mermerleriyle köyde evler yapılmış. . Arkeolojik bulgulardan bazı parçalar İstanbul'a  gönderilmiş. 1938'de tapınakta Amerikalı arkeologlar çalışmaya başlamış. 1956'da Hieron'un sütunlarını ayağa kaldırıp ve bir müze inşa etmişler.

Amfitiyatro
Zarif cam, mermer, metal, toprak objelerin, Nike replikasının, rölyeflerin sergilendiği bu müze bizim gittiğimiz dönemde tadilat vardı ve aralık 2015 'e kadar kapalı idi.
Adanın diğer önemli kültürel zenginliği ise bugün Paris'te Louvre müzesinin girişinde, görkemli bir salonda sergilenen, Antik çağdan günümüze ulaşan en önemli heykellerden birisi olan Kanatlı Zafer Heykeli ya da Kanatlı Zafer Anıtıdır. Yunan mitolojisi zafer tanrıçası Nike'nin MÖ 3. yüzyıldan kalma mermer heykelidir. Bu heykel 2 bin 200 yıl önce Kıbrıs zaferini simgelemek üzere Rodos'ta, Poros adasının özel mermerinden yaptırılmıştı. 3,2 metre yüksekliğindeki anıt, antik çağın mistisizm merkezi “Büyük Tanrıların Sığınağı” mabedinde denizi görecek şekilde, yerleştirilmişti.
Tapınak Yolu
Kadın zafer tanrıçası Nike, bir elini ağzına götürmüş, Rodosluların Kıbrıs deniz zaferini haykırıyordu. Bir söylentiye göre1863'te adaya yolu düşen, Nike'yi gören Fransız elçisi ve amatör arkeolog Champoiseau, Sultan Abdülmecit'in izniyle heykeli ve diğer önemli kalıntıları Paris'e götürdü. Adalıların iddiasına göre, heykelin başı taşınma sırasında düşüp, onarılmayacak şekilde parçalandı.Bu arada: bugün Rolls-Royce arabalarının logosu bu heykel. Ayrıca, 1930 yılında tasarlanan ilk FIFA Dünya Kupasının ödül kupası da bu heykele dayalı bir tasarım olduğu bilinmektedir.


Khora
Ada'da 2011 verilerine göre yaşayan nüfus 2840 kişi ve giderek azalmakta. Geçim kaynağı ağırlıklı olarak turizm ve balıkçılığa dayanmakta. Adanın güney doğusu sarp kayalık olduğundan bu alanda yerleşim yok ve tabi ki adayı çepeçevre dolaşan bir yol da yok.
Tasos adası kadar turistik popülaritesi olmayan bu şirin adanın bu ilginç özellikleri nedeniyle tanımaya karar verdik ve bir arkadaşımızın tavsiyesi ile Orpheus otelde seçtik.

Khora
Sahibi Christo ile telefon ve email ile iletişim kurarak yerimizi ayarladık. Kamaritissa ya indikten sonra otelimizin  adanın kuzey tarafında Therma bölgesinde olduğunu tespit ettik. Dik yamaçların eteğinde deniz kıyısında çınar ağaçlarının altında yoğun kekik kokusu altında yaklaşık 10 km lik bir yolculuktan sonra yine çınar ağaçlarının gölgesinde bahçesinde ağaçsı boyutlara ulaşmış ortancalar olan otelimize ulaştık. Christo bizi büyük bir heyecanla karşıladı. Ancak odalar Christo  kadar mutlu etmedi bizi. Ama tüm vaktimizi dışarıda geçirmeyi planladığımızdan çok dert etmedik. Ancak ertesi gün yaklaşık 100 m kadar yukarıda bungalov tarzı daha güzel bir otel olduğunu gördük.Eşyalarımızı bıraktıktan sonra akşam yemeği için Christonun önerilerini aldık.
Khora
Kamariotissa da limanın arkasında posta ofisinin yanında bir balık lokantası önerdi. Hem şehri keşfetmek hem de yemek için otelden ayrıldık. Şehir çok küçük sahile sıralanmış ön tarafta hediyelik eşyalar satılan dükkanlar ve arkasında da evler yer alıyordu. Çok katlı bina neredeyse hiç yoktu. Çok özellikleri olmayan klasik bir yunan sahil köyü özelliğinde. Lokantayı bulduk. İki masada yemek yiyenler vardı.
 

Limanda gün batımı
Salaş bir lokanta. Barbun kalamar ve klasik mezelerden oluşan bir akşam yemeği istedik.Bu arada limanda çok güzel bir gün batımı manzarası oluştu. Masalar giderek dolmaya başladı ve biz kalkmaya yakın neredeyse hepsi dolmuştu. Yemekler klasik görünüm ve tadında idi. Tabi fiyatlar da öyle.

İkinci gün sabah kahvaltı otelde idi. Ancak kahvaltı neredeyse sıradan bile değildi. Araştırmalardan edindiğimiz bilgiler ve Christo’nun önerileriyle bir rota oluşturarak yola koyulduk. Kamariotissa ya doğru hareket ettik. 


Pachia Ammos
Yaklaşık 5 km sonra “Büyük Tanrılar Tapınağı”nın olduğu “ancient area” mevcut.  Arabaları park ettikten sonra dağa doğru önce makilerin daha sonra zakkumların eşlik ettiği taş döşeli bir patika ve yanda akan dereyi takip ederek yaklaşık 500 m kadar tırmandık. Önce müze ile karşılaştık, ancak bakım nedeniyle kapalıydı. Solda biraz daha yukarıda tapınak girişi mevcut. Bilet alıp tapınağı gezmeye koyulduk. Kısman ot ile kaplı alanda gördüğümüz kadarıyla çalışmalar halen devam etmekte.
Pachia Ammos Taverna
Tapınağın sütunları ayağa kaldırılmış, amfitiyatro ortaya konulmuş, diğer bölümlerde çalışmalar devam etmekte idi. Tapınak ziyaretinden sonra Kamaroitissa yönüne doğru yaklaşık 1 km kadar ilerledikten sonra Kastro otelin yanından sola giden yoldan dağa doğru devam ettik.Yaklaşık 5 km sonra ada ile aynı adı taşıyan Samothraki ya da Khora köyüne ulaşılıyor. Adanın en eski yerleşim yeri. Denizden çok az bir kısmı görünüyor. Eski çağlarda yerleşim için  korsanlardan korunmak ve güvenlik açısından böyle bir alan seçilmiş. 
Paradissos tavernaya
Köy dağın yamacına kurulmuş ucunda bir kalesi olan tarihi dokusunu korumuş, her alanında farklı ve müthiş bir manzara olan şirin sevimli bir köy. Kale kapalı olduğu için gezemedik. Taş döşeli  temiz dar sokakları bunları çevreleyen turistik eşya satılan dükkanları ve taş evleri ile tipik bir rum köyü. Sokaklarında yürürken tüm köy güne hazırlık yapıyor. Dükkanlarındaki malzemeleri sokağa sergileyen, evlerinin önünü temizleyen yıkayan insanlarla köy  yeni güne yavaş bir hazırlık içinde. Köy meydanı denilebilecek bir alanda iki adet yemek yenilebilecek taverna mevcuttu. Araştırmalar 1900 isimli tavernanın daha iyi olduğunu göstermişti. Henüz yemek zamanı değildi ve biz kahve içmek için çok güzel köy ve deniz  manzarası olan bu tavernayı seçtik. Sahipleri karı koca çok sempatik ve şirinlerdi. Kahveleri içtikten sonra bu doyumsuz güzelliklerden ayrılmak zorunda idik.
Şelale yolu
Amacımız bu gün adanın güney sahilini keşfetmekti. Khora dan güney sahiline ulaşmak için ya kamariotissa ya inip oradan devam edecektik ya da biraz kötü ve dar olan ama daha kısa olan dağ yollarından gidecektik. Tabiki macerayı seçtik. Köyden çıkar çıkmaz yol üçe ayrılıyordu. Ön sezilerimizle ortadaki yolu tercih ettik evet doğru olan buydu. Çok şirin köylerden geçen bu yol bizi sahile indirdi. Sola doğru sahili tanımaya devam ettik. 3-4 km sonra yol ikiye ayrıldı. Birisi dağa doğru Profitis İlias'a diğeri sahile doğru gidiyordu. Christo Profitis İlias da çok güzel keçi çevirme olduğunu burayı değerlendirmemizi önermişti. Henüz yemek zamanı olmadığından sahilden devam ettik. Adanın bu tarafı kuzeyi gibi çok dik değildi. Yamaca doğru zeytin ağaçları daha yükseklerde ise çam ağaçları vardı. Denize ulaştığımız noktada çakıllarla kaplı şemsiyeleri olan bir plaj ve sol tarafında da tavernası mevcuttu. Sahilden ayrılıp dağlara yöneldiğimizde köşede bir adet taverna mevcut.
Şelale yolu
Christo adı Lakkoma olan bu taverna da güzel balık yiyebileceğimizi söyledi. Yoldan devam ettik 10 km sonra yol bir plajda sonlandı.  Burası Pachia Ammos tartışmasız  adanın  en güzel tek plajı. Burası yaklaşık 800-1000 m uzunluğunda ince kumla kaplı sağ köşesinde bir bar ve üzerinde tavernası olan ve Bozcada ile karşı karşıya olan plaj. Bu kısmın önünde sahilde tavernaya ait  şemsiye ve şezlonglar vardı. Diğer kesimlerde insanlar kendi imkanlarıyla güneşleniyordu. Sahili keşif gezisi sırasında en doğu ucuta kayalıkların kısmen perdelediği bir alanda ise nudist bir çift güneşlenmekte idi. Ağustos böcekleri korosunun şenlendirdiği tavernaya oturduk ve bu gün burada kalmaya karar verdik. Denize giren arkadaşımız suyun çok güzel olduğunu söyledi ama grubun çoğunluğu tembellik etti. Öğlen yemeğini burada yemeye karar verdik.
Şelale
Sahibi Yannis balıkları denizde kendisinin tuttuğunu, yine midyeleri de kendisinin çıkardığını söyledi. Sardalya, çipura ve buharda midye yanında klasik mezelerden oluşan bir öğle yemeği menüsü oluşturduk. Hepsinin tadı da çok farklı idi. Akşam saat 18’e kadar burada kaldık. Yola çıktığımızda yol üzerindeki Profitis İlias'ı da görmeye karar verdik. Dağa doğru yaklaşık 3-4 km lik bir yol sonunda köye ulaştık. Dağın yamacında yolun iki tarafına dizilmiş evler, cafe ve iki adet tavernadan oluşuyordu. Bu iki tavernada keçi çevirme yapılıyordu. Bir tanesi daha kalabalıkça idi. Daha sonra değerlendirmek üzere dağ ve deniz manzaralı cafe de kahve içip Kamariotissaya doğru yola çıktık. İnsanlar siesta dönüşünde idi. Hediyelik eşya satan dükkanlar, cafe va tavernala sahil boyunca dizilmişti. Dükkanların bir kısmı kapalı bir kısmı yeni açılıyordu. Çok küçük bir kasaba 15-20 dk sonra yapacak bir şey bulamayıp otelimize döndük..Akşam yemeğini Therma bölgesinde yemeye karar verdik. Christonun önerisiyle Otele çok yakın olan 900 yıllık olduğu söylenen dev gövdeli bir çınarın altındaki Paradissos tavernaya gittik. Izgara ve  fırın yemekleri yanında bamya, fasülye gibi ev yemekleri de vardı. Bamya ve patatesli fırında keçi yemeyi tercih ettik ikisinin de lezzeti mükemmeldi.
Doğal Havuz
Sabah kahvaltısını yakındaki fırından aldığımız poğaça ve böreklerle zenginleştirdik. Kahvaltı sonrası Adanın kalan kuzey ve doğu sahilini keşfetmek için yola çıktık. Termaya yakın bölgelerde çadır kampı alanları ve bungalovlar vardı. Adanın ucuna doğru yerleşim gittikçe seyrekleşiyordu. Adanın hem güney hemde kuzey ve doğusunda bol miktarda keçi vardı. Her an yolda önünüze keçi çıkabiliyor. Neyse ki çevik hayvanlar da sıkıntı oluşmadan uzaklaşabiliyorlar. Adanın kuzey kısmında çınar meşe ve çam ağaçları yoğunlukta. Doğuya gidildikçe toprak çıplaklaşıyor. Yol bir plajda sonlandı. Gökçedada nın tam karşısında olan Kipos Beach   çakıllı herhangi bir hizmetin sunulmadığı bir plaj. Birkaç aile denize giriyordu.
Şelale Yolu

Burası ile Pachia Ammos arasındaki yolu olmayan kesimde bir kumsal olduğu daha çok  nudistlerin kullandığı bu plaja  ancak deniz yoluyla ulaşılabildiği söyleniyor. Geri dönüşte Fonias Tower'ın olduğu bölgede solda park alanı mevcut. Arabaları buraya park ettik ve şelaleye doğru yürüyüşe başladık. Yol dere kenarında  düzensiz bir patika ve 1700 metre kadar uzunluğunda ve 35 dk da yürüyebildik. Dönüş ise 25 dk kadar sürdü. Patikanın ucunda doğal bir havuz ve buraya yaklaşık 35 metre yükseklikten düşen şelale mevcut. Şelaleyi görmek için ya havuza girmek ya da karşısındaki tepeye tırmanmak gerekiyor. Havuzda yüzen ve çevresinde güneşlenenler var. Su oldukça soğuk. Ekipten havuza girenler oldu tabi. Burada yaklaşık bir saat kadar vakit geçirdik. Öğle yemeğini Profitis İlias da yemeyi planlamıştık. Otele dönüp eşyaları aldıktan sonra bir önceki gün izlediğimiz rotadan  Profitis İlias'a ulaştık. Lokanta çok kalabalık değildi.
Portofitis ilias
Portofitis İlas
Keçi etine doyduktan sonra saat 15:00 deki feribot için saat 14:30 da limanda olduk. Güzel duygularımızı ve güzelliklerden oluşan hazzı yanımıza alıp aklımızı ada da bırakarak iki günlük tatilimizi tamamlayıp geri dönüş için yola koyulduk